“Merhaba , Nasılsınız”
“Teşekkür ederim, iyiyim, siz nasılsınız?”
Dünyanın her yerinde her millette benzer ilk konuşma cümleleri vardır. Hep aynı soruları sorar ve hep aynı cevapları alırız. Bu geleneksel, sorusu belli, cevabı belli cümleleri beynimiz hiç sorgulamadan kurar ve düşünmeden cevaplar. İlk karşılaştığımızda konuşmaya başlangıç ritüelimizdir bu kısa soru cevap faslı. Olağanüstü bir şey olmamışsa herkes “iyiyim” cevabını verir. Aslında kaç kişi bu cevabı verdiğinde gerçekten iyidir ya da gerçekten karşısındakinin nasıl olduğunu merak ederek sorar.
İletişimde konuşmak kadar dinlemek de çok etkili. Biz iyi bir dinleyici olduğumuz zaman karşımızdaki gerçekten iyi mi, o an ne hissediyor, ne düşünüyor anlayabiliriz. Konuşmanın başlangıcında kurduğumuz standart cümleler ise aslında konuşmaya başlamadan önce birbirimizin ses tonundan, beden dilinden, jest ve mimiklerinden nasıl olduğunu anlamamız için bize fırsat tanıyan önemli anlardır. Bu dakikalarda iyi bir gözlemciysek karşı tarafın ruh halini çözüp konuşmamızı ilerletirken bu edindiğimiz bilgileri kullanabiliriz. Bu basit giriş sohbetleri aslında milyonlarca yıllık bir insanlaşma, sosyalleşme sürecinin başarılı ve işe yarar stratejilerinden günümüze miras kalan güzel davranış mekanizmalarından biridir. Kıymetini bilelim ve sıkça kullanalım.
İnsan sosyal varlıktır ve yemek içmek gibi sosyalleşmek de insani bir ihtiyaçtır. Sosyalleşebildiğimiz kadar hayatımız güzel ve anlamlı olur. Paranız arttıkça mutluluğunuzun artması garanti değildir ama sosyalleşip bu ortamlarda sevildikçe, keyifli saatler geçirdikçe mutluluğunuzun artması garantidir.
İnsanlar sosyalleşmek ve sosyalleştiğinde de etrafındakilerle duygudaşlık kurmak isterler. Yani bizimle aynı duyguları paylaşan aynı şeyleri hissettiğimiz insanlar bize iyi gelir, kendimizi onlara daha yakın hissederiz. Bakın hüzünlü, üzgün olduğumuz zamanlarda neşeli müzik dinlemek istemememizin altında da bu müziği yapan kişinin bizimle aynı duyguları paylaşmaması varmış. Böyle durumlarda bizim gibi melankolik, hüzünlü insanların yaptığı müzikleri dinleyerek o müzikle ve dolayısıyla bestecisiyle duygu bağı kuruyormuşuz. Bunu okuduğumda bende yürekten hak verdim bu bilgiye.
Sosyalleşmenin ilk adımı ise gülümsemek. Gülümsemek beynimizde ödül sistemini uyarıyor ve dopamin salgılanmasına sebep oluyor. Bazı araştırmalara göre beynimizde çikolata yemek, iyi bir para kazanmak da aynı ödül kısmını uyarıyor . Aynı ödül kısmını uyaran bir başka eylem ise başkasının bize gülümsemesi. Beynimiz gülümsemeyi gördüğünde de ödül almış gibi uyarılıyor ve dopamin salgılıyor. Beynin bu çalışma modeli de yüzyıllar öncesinden günümüze kalan çalışma şekli. Yüzbinlerce yıl önce insanlar doğada ilkel koşullarda dolaşırken karşıdan bir insan gördüğünde tepkileri çoğu zaman vahşice oluyormuş. Ama karşıdan gelen kişi gülümsüyorsa ilkel insanlar şunu anlıyormuş.
“Tehlikede değilsin, düşman değilim. Sana zarar vermeyeceğim, bana zarar verme. Keyfim yerinde, hiçbir şeye ihtiyacım yok.”
Her şeyin şüpheli ve düşman gibi göründüğü ilk çağlarda gülümseyen birini gördüklerinde ilkel insanlar güvende olduklarını, tehlikede olmadıklarını hisseder ve beynin ödül kısmı uyarılarak dopamin hormonu salgılanırmış. Evrimsel gelişimini o zamandan bu yana sürekli geliştiren insan nesli hala gülümseyen birini gördüğüne kendini güvende ve tehlikeden uzak hissederek iyi hisseder.
Sait Faik Abasıyanık “Gülümsemenin parasal değeri yoktur. Satın alınmaz, ödünç verilmez, dilenilmez, çalınmaz ama verilmedikçe hiç alınmaz” demiş. Bedava olup insanları bu kadar mutlu eden, motive eden başka bir şey de yoktur. Bir araya geldiğimiz insanlardan sıcacık gülümsememizi ve geleneksel hal hatır sorma cümlelerimizi eksik etmeyelim. Hem kendimizi hem de başkalarını iyi hissettiren en güzel ritüellerden vazgeçmeyelim.