Kendimi Emin Alper’in yönettiği Kurak Günler* filminde gibi hissediyorum.
Ayaklarımızın altından yer çekiliyor.
Hepimiz bir çukurun başındayız.
Bu çukurun başına bir günde gelmedik.
Kurak günler uzun bir süredir canımızı yakıyor.
Çözüm diye önümüze getirilen geçici şeyler ayağımızın altından toprağımızı çekiyor.
Hem susuz hem yersiz kalmanın tam ortasındayız.
Yine de birlik olamıyoruz.
Önümüz yaz.
Kuraklık her anlamda artacak.
Yüzleşmeler hayati boyutlarda olacak.
Susamışlığımız had safhada.
Abdurrahim Karakoç’un dizeleri gibi durum:
“Umudum her zaman bakidir amma, zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.”
Defalarca umut edip hayal kırıklığına uğramanın sancısını yaşayacağız.
Bu kırıklığı tuz-buz olmak gibi de algılayabiliriz.
Yeniden hayat bulmak için yeni bir forma girerek de yaşayabiliriz.
Japonların kırılan objeleri toz altın, gümüş ya da platinle onardığı gibi kırılan yerlerimizdeki hasarı görerek, bunu değerli bir nişan haline getirmeyi de seçebiliriz.
Bu kadar hasarı değere çevirmek güçlü ve sürekli mücadele gerektiriyor.
Ustalık işin burasında.
Olan olur.
Kırılmasın diye uğraştığın tuzla buz olur.
Kırılmamış gibi yapmak nafile.
Olanı kabul edebiliriz. Olanı inkar edebiliriz.
Kurak günlerde yanarken suya erişmeyi istemek hayat kadar doğal bir şey değil mi?
Hayatta kalmak mücadele ve emek istiyor.
O zaman hemen şimdi yeniden başla!
Kırılan her bir parçanı tek tek bizzat toplayarak çık yola. Hayat orada.
* Altın Portakal Film Festivali’nde dokuz ödül kazanan 2022 yapımı film.