Bazen biri bir şey der canın fena yanar.
Dirseğini sivri bir yere çarpmış gibi ani ve keskin bir acı verir.
Ah o sızı!
Elin dirseğine yapışır, dişlerinin arasından hhhsssh diye acı dolu bir nefes çekersin.
Bitsin istersin tüm varlığınla.
Biri damarımıza bastığında işte öyle canımız yanar.
Birileri birilerine durmadan usanmadan sorar ve akıl verir.
“Ne zaman evleneceksin?”
“O kadına kendini fazla kaptırdın abi o sana göre değil”
“Çok kilo almışsın!”
“Sen de bir dikiş tutturamadın”
“Çocuk yapmadan olur mu? Yapın bir çocuk da sevelim”
“Hakkını yedirme çık karşısına açık açık konuş!”
“Bu gidişe bir dur de!”
Damarına geldi mi düşünmezsin acı içindeyken acı verirsin.
Hele konu gerçekten yumuşak karnınsa, sen açıp bakamıyorken başkası ulu orta konuşunca gözün döner.
Kıyamadığına kıyıldığında kıyım yaparsın.
Neşter damara geldiğinde kan gövdeyi götürmeden ne yapalım?
Hani yarışmalarda soruya yanlış cevap verilince sinir bozucu bir ses çıkar:
Daaaart!
Bas bas ilan eder yanlışı o ses.
O sesi hatırla. Düğmene, damarına basıldı fark et!
Cevap vermeden nefes al. Nefesini hatırla!
Acı acı gül mesela.
“Eyvallah” de kendine “Bu benim meselem”
“Mahremiyetim”
“Saçmayacağım. Konuşmak istemezsem konuşmam”
Çağrım şuna; damarına denk geldiğinde kendini geçiştirme, orda bir şey var hatırla.
O damarı fark etmek farkındalık.
O konu içinde kendini anlamak, kendine şefkat göstermek farkındalığı hayatında somut olarak işletmek.
Diğeri damarın kesikken kavgaya devam etmek.
Vardır tecrüben, nasıl kan kaybettin kim bilir? Değdi mi?
Kendin şefkate, tedaviye ihtiyaç duyarken başkasını yaralamak seni iyileştirdi mi?