İtalya’ya İlham Veren Türk Kadınları Benek ATKIN BİÇİMSEVEN

Bu ay sizi ünlü Maggiore Gölü (Lago Maggiore) üzerindeki tatlı bir sahil kasabasına götürüyorum. Arona’dayız ve konuğum İtalya’da çok güzel işler yapan bir Türk kadını: Benek Atkın Biçimseven.

Haber Giriş Tarihi: 07.08.2022 09:17
Haber Güncellenme Tarihi: 07.08.2022 09:17
https://www.kadinveekonomi.com

Kuyum sektörüyle başlayıp, restoran işletmeciliğiyle devam eden bir serüvendeyiz. Benek Hanım, on parmağında on marifet, yaratıcı ve cesur bir girişimci. Azmi, kararlılığı ve iş hayatında verdiği emekler ilham verici..

Sizi, Benek Hanım’ın ailesi ile birlikte işlettiği B&T Gourmet isimli İtalyan restoranında gerçekleştirdiğimiz söyleşimize davet ediyoruz.. Keyifli okumalar diliyorum..

 Pınar OKAL ve Benek ATKIN BİÇİMSEVEN

Hoş geldiniz Benek Hanım.. Sizi yakından tanıyabilir miyiz?

Merhaba… 1924’de mübadele zamanında, Selanik’ ten göç etmiş büyüklerim. Kaş doğumluyum. Babam banka müdürü olduğu için hayatımız hep Anadolu’ da geçti. Dolayısıyla pek çok kültürü öğrenme şansım oldu. Farklı bölge ve şehirlerde yaşamış olmak benim en büyük zenginliklerimdendir. Üniversiteyi Eskişehir’de İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi –Ekonomi bölümünde okudum. Uzun yıllar kuyum sektöründe çalıştım. 1999 yılından beri Kuzey İtalya’da yaşıyorum.

Son 5 yıldır ise Arona’da ailecek İtalyan restoranı işletmeciliği yapıyoruz.

 

 Benek ATKIN BİÇİMSEVEN

Kuyum sektöründe kendi tasarımlarınızı da üreterek büyük keyifle çalışmışsınız, nasıl başladınız bu işe?

1992 yılında evlendikten sonra eşimle birlikte İzmir’e yerleştik. Benim ekonomi eğitimim aslında bankacı babamdan; el yeteneğim, yani sanatsal tarafım ve gürmeliğim anneciğimden mirastır. İzmir’de bir gümüş ve taş firmasıyla başladı tüm kuyum maceramız. Kış boyunca hazırlıklar yapardık, takıları kendimiz dizer, düzenler, tasarlar ve üretirdik. Yaz boyunca da tasarladığımız takıları Bodrum’daki mağazamızda satardık.

Oğlum, hayatımın en kıymetlisi, 1994 de İzmir’de doğdu ve 1996’ da İstanbul’a taşınmaya karar verdik.

İtalya hayatınıza nasıl girdi peki?

Kuyum sektöründe iken sık sık kuyum fuarlarına gidiyordum: Hong Kong, Bangkok, İtalya, İsviçre, Türkiye ve daha niceleri. Ürün aldığımız İtalyan bir firma bizi seneler boyunca İtalya’ya gelip onlarla çalışmamız konusunda ikna etmeye çalıştı. Bizim hiç öyle bir düşüncemiz yoktu fakat 1999 depreminden 2 ay sonra İtalya’ya gelip bir süre denemeye karar verdik.

Daha doğrusu, bir çeşit tebdil-i hava niyetindeydik biz.. Üzerinden 22 sene geçti..

Sonrasında İtalya’da iş hayatınız nasıl ilerledi?

Bizi davet eden İtalyan kuyum firmasında tam 7 yılım geçti, biz pek çok kişiye göre oldukça şanslıydık. İtalya’ya iyi koşullarla gelmiştik ve saygın bir işimiz vardı. Yıllarca kuyum fabrikasının, değerli taş bölümünden sorumlu oldum. Stoğunu tutuyordum, siparişlere göre çıkışlarını yapıyor, taş siparişlerini veriyordum. Severek yapıyordum, işin içinde yaratıcılık varsa o işi seviyorum. Hatta bazen kendi çizimlerimi atölyeye verir, üretim yapardık, keyifliydi.

2005 yılında kafamda kendi işimi kurma planları yapmaya başladım. Ve, aracılık hizmetleri verdiğim ilk şirketim olan PONTE‘yi kurdum. “Ponte” kelimesi köprü anlamına geliyor. Buradaki amaç İtalyan ve Türk firmalarını buluşturup, iki tarafın da işlerini kolaylaştırmaktı.

En iyi bildiğimiz kuyum işi başta olmak üzere, diğer sektörlere yönelik hizmetler de veriyordum. Tekstil, gelinlik, ayakkabı, hediyelik kutu, kuyum stand malzemeleri, çelik takı gibi pek çok alanda aracılık yaptım.

 

Kuyum sektöründe yaptığınız keyifli işler var. Bunlardan biraz bahseder misiniz?

Memnuniyetle.. Bu işlerden bir tanesi Galatasaray Spor Kulübü ve Beşiktaş Spor Kulübü lisanslarını alarak onlar için çelik bileklik, kolye ve yüzük üretmekti. Şimdi geriye dönüp baktığımda çok keyifli işler yapmış olduğumu farkediyorum. Lisans anlaşması için İstanbul’da kulüp yetkilileriyle görüşüp anlaşmalar imzalamak, ürünün tasarımından, üretimine kadar her aşamasını takip etmek, kulüp logolarını içeren özel kutular, çantalar tasarlayarak ürünleri satışa hazırlamak büyük bir emek ve keyifti. Akabinde Türkiye’ de Bursa, Ankara, İstanbul gibi şehirlerin AVMlerinde mağazalar açtık.

Yine dönem dönem Türkiye’ de ve dünyada markalaşmış pek çok kuyum şirketinin İtalya ayağında danışmanlık hizmeti verdik. Onlar için kataloglar oluşturuyor, ürün geliştirip, fuarlar düzenliyorduk.

 

Bir kadın olarak iş hayatında engellerle karşılaştınız mı? Nasıl üstesinden geldiniz?

Sadece iş hayatı değil, her zaman kadın olarak bir birey olduğunuzu kabul ettirmek kolay olmuyor. Ben de zorluklar yaşadım ve yıldırılmaya çalışıldım. Yaşayanlar bilir, bunun bir sonraki aşaması mobbingdir. İş bıraktırmaya kadar götüren bir süreçtir. Bir kadın olarak bunları iş hayatımda maalesef ben de tecrübe ettim.

Ayakta kalmanın, tüm zorluklara göğüs germenin yegane temeli, iyi bir donanıma sahip olmak ve karakter özellikleridir. Eğer kendinizden eminseniz, engeller karşısında hiç kimse sizin muhatabınız olamaz. Tüm gücünüzü kendinizden alırsınız, kimseye ihtiyacınız yoktur. Ve bir süre sonra bunu da herkese kabul ettirirsiniz. Başarının anahtarı için azim, inanç, kararlılık ve istikrar diyorum.

 

Benek Hanım, kuyum sektöründen restoran işletmeciliğine geçişiniz nasıl oldu?

İnsanın tükenmiş hissetmesi vardır ya, biz bunu 2016’da hissettik. Bundan tam 6 sene önce. “Ne yapabiliriz?” diye yeni bir arayışa girdik. Artık kuyum ve aracılık yaptığımız işler bizi çok yormuştu.

Benim uzun yıllardır bir hayalim vardı: Butik bir gıda konsepti.

Yıllarca tasarladım, “Nasıl olur? Nerede olur?”  diye. Pek çok da mekana gidip gördüm ama “Tamam” diyemediğim hep bir şeyler vardı. Ya ekonomik olarak koşulları zordu, ya da mekan tam istediğim gibi değildi.

Eskiden tanıdığımız, döner büfeleri olan Türk bir genç girişimci arkadaşımız var. O, bir gün bize bir teklifle geldi. “İsterseniz birlikte bir ortaklık yapalım, ben alt yapıyı biliyorum siz de emeğinizi ve vizyonunuzu koyun.” dedi ve anlaştık. Bir yıl kadar pek çok yer aradık, bulamadık.

Biz Maggiore Gölü’nü (Lago Maggiore) ezelden çok severiz. Yine bir gün dolaşmaya çıkmıştık ve canımız yer aramaktan fena sıkkın. Tam gölün üst noktasından aşağı inerken, ben yine hayran hayran gölü seyrederken, eşime “Biz neden bu göl bölgesinde yer bakmıyoruz ki ?” dedim. İyi ki demişim, bir hafta sonra araştırmalarımızı bu bölgede yoğunlaştırdık. Arona’da tahmin edemeyeceğimiz kadar iyi koşullarla bir yer bulduk.

Ve beş sene geçmiş üzerinden…

 

 

Restoran işini büyük keyif ve profesyonellikle yapıyorsunuz. Müşterilerinizi birer misafir gibi ağırlıyorsunuz. Bu sektörde sizi neler motive ediyor?

 

Ben misafirleri oldum olası çok sevmişimdir. Bana gelsinler, yemekler yapayım, yedirip içireyim onlara. Hep dilemişimdir; çok büyük masam olsun, kocaman kocaman tavalarım, tencerelerim olsun ki, çok kişiyi ağırlayabileyim.

“Dilediğine dikkat et.” derler ya, çok doğru. Dilekler konusunda kuvvetli bir gerçekleştirme halim var benim. Bazen korkuyorum kendimden, zira çok örnekleri var.

Sanırım evrene mesajım çok kuvvetli gitmiş. Restoranımızda misafirlerimizi büyük keyifle ağırlıyoruz.

Siz Türk bir işletme olarak İtalyan yemekleri sunuyorsunuz. İlk zamanlar size tereddütle yaklaşan insanlar, hatta Arona Belediye Başkanı artık yemek için size geliyor. Arada İtalyan ünlüleri de ağırlıyorsunuz. Bunu nasıl başardınız?

Öncelikle misafirlerimize her zaman en kaliteli hizmet ve ürünü sunmak için çok çalışıyoruz. Benim beğenmediğim ve onaylamadığım hiçbir yemek misafirlerimize sunulmaz.

 Biz restoranı devraldığımızda oldukça kötü durumdaydı. Resmen baştan yarattık.

Öncesinde bir birahane olarak kullanılan mekandaki tüm fotoğrafların yerine eski Arona fotoğraflarıni koymayı düşündüm. Bu fotoğrafları bulmak için ne kadar çok kütüphane gezdiğimi, ne çok insana sorduğumu tahmin edemezsiniz. Sonunda bana tüm arşivini veren çok kibar bir İtalyan beyle tanıştım.

Arona fotoğrafları restoranımızın en karakteristik aksesuarıdır. İnsanlar kendi tarihlerini yaşatan, geçmişe değer veren bir yerde olmaktan memnuniyet duyuyorlar. Bu da başka bir ülkeye uyum sağlamanın minik detaylarından biri: insanlara tarihlerine ait bir şeyler sunmak, ve kendilerini değerli hissettirmek.

Sahip olduğunuz  ekonomi ve yönetim bilimleri eğitimi, mutfaktaki bilgi ve yeteneğinizle birleşince işinizde tam anlamıyla fark yaratmışsınız. Restoran işletmeciliğinin inceliklerini sizden dinleyebilir miyiz?

Kazanç hanenize bir şeyler katabilmeniz için yaptığınız işin her aşamasını herkesten çok daha iyi biliyor olmanız gerekiyor. Eğer bir işin mutfağından gelmiyorsanız, genel işleyişi ve mutfak trafiğini bilmiyorsanız o işin sadece izleyicisi, yani hamalı olursunuz. Kayıplar yaşarsınız, ruhunuz bile duymaz.

Kar getiren bir işletme olmak için ürün kalitesini korumak elbette çok önemlidir.

Mutfak zor bir sektör, çok seviyor ve aynı zamanda kendinizi çalışanınızın yerine koyabiliyor olmalısınız. Ben kendimi “stepne”ye benzetirim, yani 5. lastik, İtalyancası  “ruota di scorta”. Gün gelir mutfağa geçer yemek yaparım, gün gelir bara geçer içki hazırlarım, gün gelir temizlik, bulaşık ve garsonluk..

Zaman yönetimi de çok önemli bir etkendir mutfak işletmesinde, saniyelerle yarışırsınız.

Her şeyi herkesten önce görebiliyor, planlayabiliyor olmalısınız. Mutfak ekonomisini anlıyor olmalısınız. Tüm insiyatifi şefe bırakmak yerine, ürünlere birlikte karar vererek kontrollü bir şekilde ilerlemek gerekir. Mutfağınız varken dışarıya ürün yaptırıp, hazır ürün satmak da aynı şekilde mutfak sistemine aykırıdır. Maliyet hesabını çok iyi biliyor olmalısınız.

Ben ekonomi eğitimimi aslında banka müdürü olan babama borçluyum. El becerim, sanatsal tarafım, mutfak ve gurmelik tarafım da annemden miras. Şimdi anneciğimin genetik hediyesinin ekmeğini yiyoruz. Oğlumda da var aynı yetenek..

 

İş konusunda siz, Türkiye ve İtalya arasında nasıl farklar görüyorsunuz?

Her ne kadar İtalyanlar için “Bize benziyorlar.” desek de, iş konusunda aramızda büyük farklılıklar var. Bu iki kültür alışkanlıklarının ortasını bulmak için zaman zaman çok zorluklar yaşadık.

İtalyan ve Türk işletmeler arasındaki en önemli fark bana göre, zaman ve tatil kavramıdır. İtalyanlar saat 17.00 - 18.00 olduğunda iş yerini kapatır, ya evine ya da aperatifine gider. Yıllık planları vardır, programlıdırlar.

Bir diğer en belirgin fark ise İtalyanların sipariş alma konusunda çok nazlı olmalarıdır. Sanırsınız işe hiç ihtiyaçları yok.

Benek Hanım, ileriye dönük başka hayalleriniz, projeleriniz var mı?

Ben fotoğraf çekmeyi çok seviyorum. Fotoğraf çekmeye başladığımda, zaman kavramını tümden kaybediyorum. Bir gün mutfak sırlarımla fotoğraflarımı buluşturarak bir kitap çıkartmak istiyorum. Daha açıkçası oğluma sözüm var, tüm yemek tariflerimi onun için yazılı hale getireceğim.

Bir de, Türkiye’den İtalya’ya gelen gastronomi meraklıları için mutfak workshopları yapmak var hayalimde. Buna benzer gerçekleşmeyi bekleyen pek çok projem var. Hayaller değil mi insanı ayakta tutan?

Yurtdışındaki tecrübelerinize dayanarak uluslararası alanda çalışmak isteyen girişimci kadınlar için tavsiyeleriniz var mı?

Ben olaya hiç yurt dışı ya da yurt içi diye bakmadım. Her zaman sahip olduğum birikim ve yeteneklerim sayesinde ilerledim. Dünya global ve biz de bunun içinde bir yer edinmeye çalışıyoruz. O yüzden Türkiye ya da İtalya çok fark etmiyor. Sisteminizi oturtmanız yeterli.

Yurtdışında çalışmak isteyen kadınların önünde bence hiç bir engel yok. İnsan her yerde aynı. Ülkesel bir takım farklılıklar olsa da sizin dünyaya bakış açınız önemli. Bütün mesele, yaşadığınız yere uyum sağlamak ve bütünleşmek. Eğer kendinizi yeni bir dile ve kültüre hazır hissetmiyorsanız asla yerinizden kıpırdamayın derim.

İtalya’da yıllar sonra kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Ben kendi adıma İtalya’da çok zorluk yaşadığımı söyleyemem. Elbette ailenizi özlüyorsunuz, memleketinizi özlüyorsunuz, arkadaşlarınızı, yemeklerini ve daha pek çok şeyi. Türkiye’ ye iş nedeniyle çok sık gitme durumum olduğu için buna da bir nebze çare vardı. Kendimi hep seyahatte gibi hissettim. İtalyan vatandaşlığım olmasına rağmen evimde gibi çok hissedemedim açıkçası.

İtalyan vatandaşlığı benim için onursal bir anlam taşıyor. Bu ülkede çalışıyor, yatırım yapıyor ve vergi ödüyorum. Ne olursa olsun eninde sonunda dönüp dolaşıp geldiğim yer hep aynı: Türkiye. Bu içimi ferahlatıyor.

 Ben ve ablam, el bebek-gül bebek büyüdük. Babamın prensesleriydik ve babam en büyük feministlerdendir. Her zaman o küçücük yaşlarımıza rağmen fikirlerimizi sorar, kararları tüm ailece birlikte alırdık. Değerli olduğumuzu her fırsatta hissettirirdi. Annem ve biz çok şanslı kadınlardık. Hayattaki zorluklara dayanma gücünüzü sizi seven anne ve babanızdan alıyorsunuz, en azından benim için böyle oldu.

İtalya’da karşılaştığım, tanıdığım tüm güzel insanlar için minnettarım. Şansımıza çok iyi, dürüst insanlarla karşılaştık, yaşadık ve çalıştık. Onların her özel günlerine, vaftizlerine, cenazelerine mutlaka katılırız. Başka bir ülkede yaşıyorsanız, oradaki hayata uyum sağlayabilmek (entegre olmak) çok önemlidir, hayatınızı kolaylaştırır.

Benek Hanım, eklemek istedikleriniz var mı?

İnsanoğlu hayat boyu bir mücadele veriyor. Paralar kazanıyor, paralar kaybediyor. Bana göre ise bu süreç içinde unutulmaması gereken tek şey paranın sadece yaşamsal bir araç olduğu, amaç değil. Ama öyle bir şey var ki eninde sonunda bize kalacak tek şey, o da insan.

O yüzden diyorum ki hayatı ıskalamayın, “insan”a yatırım yapın, insan biriktirin. Çünkü sonuçta bize kalan tek değerli şey, biriktirdiğimiz o güzel insanlar.

Sevgiyle kalın!